Dr. Öğr. Üyesi Emir Alper TÜRKOĞLU
AY’DA YETERİNCE OYALANDIK, ARTIK ASGARD’A YELKEN AÇMA ZAMANI / “Ay’a insanlı inişin 50. yılına atfen”
Soğuk Savaş yıllarında ön plana geçmek ve iki kutuplu dünyada öncü olmak adına Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği tüm güçleriyle uzay çalışmalarına yoğunlaşmışlardı. 1957’de uzaya gönderilen ilk uydunun ve 1959’da Ay’a inen ilk uzay aracının Sovyet yapımı olması, 1962’de Yuri Gagarin’in uzaya giden ilk insan ve 1963’de Valentina Tereshkova’nın uzaya giden ilk kadın olması Sovyetler Birliği’ni yarışta bayağı öne geçirmişti.
Sovyetlerin bu hamleleriyle uzay yarışı hız kazanmış ve üstünlük sağlamak için rakip tarafından daha büyük bir hedef ortaya konmuştu: Ay’a gitmek. Bu vesile ile NASA Ay’a insan göndermek için Apollo Projesi’ni başlattı. Fırlatılan birçok mekikten sonra tarihler 16 Temmuz 1969’u gösterirken Apollo XI uydumuza doğru yola çıktı. 20 Temmuz 1969’da insanlık Ay’daydı. Apollo XI ile uydumuza seyahat eden üç astronot Ay’a vardıklarında Neil Armstrong ve Edwin Aldrin yüzeye indiler ve Armstrong tarihe geçen o meşhur cümlesini kurdu; “Benim için küçük, insanlık için büyük bir adım”.
İlkler unutulmazdı, birçok kişi Ay denilince bu üç astronotu bilir. Ama dünya dışı ilk ayak basmayı takip eden yıllarda Ay’a altı kez daha insanlı uçuş gerçekleştirildi ve uydumuzun yüzeyinde toplam 12 astronot yürüdü. 7 Aralık 1972 tarihinde Apollo XVII ile Ay’a insan götüren son sefer gerçekleştirildi. 60’lı yılların imkanlarıyla gidilebilen insanlı seferler günümüzde yapılmamakta ve bu seferlerin defteri uzun yıllar öncesinde kapandı. Bahsedilen bu verileri daha önce sayısız kez farklı yayın organlarında okuduk, dinledik aslında. Bir de bu konuya başka bir açıdan bakalım.
1950’li yılların teknolojisinde gazeteler, radyolar Ay’a gitmekten bahsediyor. İnsanoğlu için o yıllarda bu kadar ütopik olan bu seferin altında öncesinde ekilen ve şekillenen bir şeylerin olduğu aşikar. Ay’a yolculuk gibi ulaşılması güç bir teknolojik başarıda insanoğlunun hazır olmasının temelinde hikayeler yatmakta. Hikayeler, kurguyu yapan anlatıcı tarafından izleyici veya okuyucuları ikna etmek için tasarlanan, ruhu olan insan iletişimleridir. Hikayeler kişilerin önce kalplerine sonra zihinlerine ulaşır, kişisel ve duygusal düzeyde konuyla bağ kurmaya yardımcı olur. Hatta hikayeler, etkili bir anlatı ve yazım ile en ikna edici araç olabilirler.
Aristoteles’e göre ikna üç temel unsurdan oluşur: Güvenilirlik, mantık (kanıt ve veriler) ve duyguya hitap etme. İkna bileşenlerinde sadece güven ve mantık ile bir insan ikna olmaz, bunda en büyük pay duyguya hitap etmektir. Etkili bir anlatı okuyucu ve dinleyicinin beyninde tepkimeler meydana getirir, konuyu aktaran ile dinleyici arasında bir beyin birleşmesi gerçekleşir, aktarılması istenen düşünceler, duygular ve fikirler hedef beyine işlenir.
İnsan yaşamında ulaşılmaz konular, tabular genellikle büyüleyici hikayelerde saklanmıştır. Dikkat çekici bu tip hikayelerde en temel nokta bir kalıbın kırılmasıdır. Bu kalıp içinde merak ve gizemi barındırır ki; bunlar insanın ilgisini çeken en güçlü unsurlardır. İyi kurgulanmış bir hikâye sunulan olgu için en iyi ön hazırlık odasıdır. Ulaşılmaz kavramların anlatımı zordur, hikayeler onları duygusal ve hatırlanır olgulara çevirirler. Hikayeler ile tema güçlendirilir, hayal gücü ve yaratıcı zenginlik geliştirilir. Bu şekilde geleceği karşılayabilecek eğitimli benlikler hazırlanabilir!
Bundan yaklaşık 400 yıl önce Galileo Galilei teleskobu ile Ay’ı incelemiş 1610 yılında keşfettiği nesneyi dünyaya duyurmuştur. Bu keşif belki de yazılacak hikayelerin ilk bilimsel ilham kaynağı olmuştur. Francis Godwin bu keşiften esinlenen ilk yazarlardan biriydi. Okyanusun ortasındaki bir adada mahsur kalan bir kaşifin bulunduğu yerdeki yabani kazların gücünü kullanarak yaptığı uçan kaz makinası ile Ay’a yolculuğa çıktığını anlatan bir hikaye yazmıştı(1). Şu an ki teknolojik bilincimizle 1638’de yayınlanan ve kaz gücüyle çalışan araç ile Ay’a yolculuk çok yenilikçi gelmese de; bu hikâye o dönem için bu tarz uzayda bulunan bir kütleye yapılacak yolculuğun insan yaratıcılığı ile olabileceğini göstermesi açısından önemliydi. Bu fikirden de John Wilkins(2) esinlendi.
Wilkins, “Ay’daki yenidünyanın keşfi veya o gezegende yaşanabilir yeni bir dünya olma olasılığını kanıtlama çabası” adında bir tez çalışması yaptı. Yaşanabilir kelimesi sonraki yıllarda oraya yapılacak seferler için önemli bir dürtüydü. Cyrano de Bergerac sonraki yıllarda “Ay Masalları” adında bir hikâye yayınladı. Sonrasında Sanayi Devrimi’ne kadar Ay ile ilgili yazılan literatürlerde gözle görülür bir duraksama oldu. Bu dönemde yapılan buharlı aletler, kazanlar ve basınçlı kaplar insanların uzayda etkin çalışabilecek, yüksek basınca dayanacak aletleri geliştirmesinin temellerini attı. Edgar Allan Poe 19. yüzyılın başlarında uzay yolculuğu ile ilgili bir hikâye yazdı. Poe’nin hikayesinde geçen kahraman dinamit yardımıyla havaya fırlatıldıktan sonra, uzay boşluğunda süzülecek ve Ay’a ulaşacak bir balon yapmayı amaçlar. Her ne kadar olmayacak bir yolculuk olsa da Poe cihazın yapılma sürecini yolculuğun yörünge dinamikleri ile detaylı bir şekilde belirtmiştir. Verilen bu detaylar 1865’te başka bir önemli yazarı etkilemiş olacak ki Jules Verne yüzyılın sonuna doğru (1865) “Ay’a Seyahat”i kaleme aldı.
Ay’a Seyahat’te ilk yolculuk Florida’dan başlıyordu, yolculuk üç kişi ile yapılıyor ve üç gün sürüyordu! Dikkat etmek gerekir ki, 100 yıl sonra yapılacak Apollo programı ile birçok konuda benzerlikler vardı. Hatta bu hikâye birçok roket bilimciye ilham kaynağı oldu. Bu bilim insanları hedefledikleri amaca ulaşabilmek için Ay ile ilgili hikayeleri (Dünyalar Savaşı’nı da unutmamak gerekir) defalarca okuyup esin kaynaklarını taze tutmuşlardır ve bu tutkuyu taze tutan Robert Goddard 1926 yılında ilk sıvı yakıtlı roketi fırlatmıştır. Sonrası mı? Yakın gelecekteki gelişmeleri birçoğumuz ya biliyor ya da bu bilgilere zaten kolaylıkla ulaşabilir.
20. yüzyıl öncesi uzay uçuşlarının temel kavramları ve ilhamı bu yazıda işlediğimiz hikâyelerde geçiyordu. Bu hikayelerle insanlık uzayda yapabilecekleri ile ilgili bilince sahip oldu ve belleğini hazırladı. Şu an bilimcimizi gün be gün görsel ve yazılı hikâyelerle geliştiriyoruz, tutkularımızı besliyoruz ve farkında olmadan bir kültürü benimsiyoruz: Uzay seyahati kültürü.
Her zaman işlenecek bir hikâye vardır. Sadece bakmak gerekir. Eğer yeterince etkili ve zekice bakılırsa iyi bir hikâye mutlaka bulunur. Bize yeni dünyalar için anlatılacak iyi kurgulanmış hikayelerin insanlığı nereye götüreceğine önümüzdeki yıllarda göreceğiz. Hikayeler bizleri Dünya’ya benzer yaşanabilir gezegen veya uydulara mı, insanlı uçuşlara mı, Apollo XII’nin armasında da görüldüğü gibi güneş yelkenleri ve yıldız gemilerini geliştirmeye mi yoksa Dünya dışı kısmi göçe mi götürecek? Hep birlikte göreceğiz.
Poe yazdığı hikâyesinde Godwin’e saygı duruşunda durmuş, Verne’de Ay’a yolculuğunda Poe’nin şerefine yazarın yaşadığı Baltimore’da Ay’ı fethetme planını yapmıştır. Konuya esin kaynağım benim değil, onları Godwin, Poe ve Verne’den ödünç aldım!
(1) Kaz gücü ile çalışan ve Ay’a gidebilen bir alet, yer çekimi olgusu ve o dönemin görüşüne uymayacak bilimsel olguların kitapta geçmesi nedeniyle kitap anonim olarak yayımlanmıştır.
(2) Royal Society’nin kurucularından birisidir.