Uzm. Yelda ZENCİR
Kağıt üzerinde gelişmişlik...
02 Aralık 2015, Çarşamba
Bundan yıllar önce bir fırsatını yakalayıp Wisconsin’de bir laboratuvarda 3 aylık bir çalışmaya dahil oldum. Heyecanım tavan yaptı. Hem Amerika’yı görecektim hem de kim bilir hiç görmediğim hangi cihazlarla çalışacaktım?
Yıl 2002, Eylül, Wisconsin, Amerika...
11 Eylül saldırısının üzerinden tam bir sene geçmiş. Herkes gergin herkes huzursuz. Havaalanında pasaport kuyruğuna girdim. Askerlerin ellerindeki kurt köpekleri, ayaklarımızın dibinde koklaya koklaya dolanıyor. Sıra bana geldiğinde artık heyecan ve korkudan ağzımda tükürük kalmamış bir şekilde pasaporttaki polis ile anlaşmaya çalıştım.
Laboratuvardaki ilk günüm. Bana bir önlük siparişi verilmiş. Sarı sayfalı, yazdığın her sayfanın bir kopyası sabit, diğeri yırtılıp hocaya verilecek şekilde dizayn edilmiş bir defter. Bir çekmece dolusu mikropipet, her yer tıka basa sarf malzeme dolu. Bir kaç terazi bir de çeker ocak içerisinde benim gelmeden önce Türkiye de demirbaştan düştüğüm HPLC’ye benzer bir HPLC. O laboratuvarı örnek hazırlama gibi düşünüp esas uzay üssü kısma geçme heyecanı ile dolanıyorum. ‘‘Haydi kolay gelsin’’ dediler. Ama uzay üssü?
Gel zaman git zaman taşlar yerine oturmaya başladı. Evet çalıştığım laboratuvarda hiç cihaz yoktu, ama 3 ay boyunca hiçbir cihazın eksikliğini de hissetmedim. İhtiyaç duyulduğunda başka binada başka bir bölüme ait cihazı gidip rahatlıkla kullanabiliyorduk. Hem de kısa bir eğitimden sonra başında hiç kimse beklemeden. Yapman gereken tek şey çıkarken deftere ismini yazmak. Kütüphaneye gidip aradığın kitabın fotokopisini mi çekeceksin. Bu işi de kendin yapıyorsun. Fotokopiyi çekip, çektiğin sayfa sayısını ve en önemlisi hocana ait numarayı da oraya yazdın mı arkanı dönüp çıkıyorsun. Ödeme? Hocanın hesabından. Bazı firmalar bazı laboratuvarlara sık kullanılan ürünlerin yer aldığı küçük bir yer yapmış. Orada olanları oradan, olmayanları ise iki üç gün içerisinden elinde olacak şekilde bilgisayardan sipariş veriyorsun. Elektroforez deneyi yaparken jel dökmek için toksik kimyasallar ile saatlerce uğraşmak yerine üst kata çıkıp firmanın bıraktığı hazır jeli dolaptan alıp hocanın numarasını kağıda yazıp iniyorsun. Başında bekleyen var mı? Hayır. Ödeme? Hocanın hesabından.
Bu paragrafı okumaya başlamadan önce yukarıdaki tarihe bakıp devam etmenizi isteyeceğim sizden. Haftanın 2 günü topladığınız atıklar ve kırık camlar aynı bina içerisindeki boş bir depoya götürüp bırakıyorsunuz. Deponun sokağa bakan kapısından kamyon gelerek kimyasal ve cam atıkları her hafta alıp götürüyor. Atık toplama işlemi çok sıklıkla yapıldığı için dev bidonlar ile mücadele vermeyip değişik kimyasalları içeren çözeltiyi hangi bidona koysam karmaşasına da girmenize gerek kalmıyor.
Yıl 2014, Mart, Ankara, Türkiye...
Uzay üssü diye tabir ettiğim laboratuvarlara sahibiz çok şükür hem de 2003 yılından beri. Değerleri yaklaşık 50.000-200.000 arasında değişen bir sürü cihazımız var. Hatta aynı cihazdan bölüm içerisinde hemen hemen her laboratuvarda var. Malın mı var derdin var atasözü tam bu noktada devreye giriyor. Cihazın var ama çalışmanın sürekliliğini sağlayacak sarf malzemeler için geniş bir bütçen yok. Daha doğrusu belirli bir miktar paran var ve bunun çok büyük kısmı cihaza yatırıldığı için geriye kalan bir şey yok. Bu kadar imkan içinde imkansızlığı yaşamak tek bize mahsus mudur bilemedim. Eğer hocanın hali hazırda devam eden projeleri var ise daha elit bir sınıfa dahil oluyorsunuz. Disposable olarak adlandırılan malzemeleri onlarca defa yıkayıp kullanmak zorunda kalmıyorsunuz. Amerika’daki gibi hesaplar hocadan. Ama tam tersi ise vay halinize. Kardeş laboratuvarları gizli ziyaretler en doğal hakkınız oluyor. Her şey sadece para ile de çözümlenmiyor. İşin bir de kağıt kürek kısmı var. Verdiğiniz bir siparişin elinize geçmesi aylarca sürebiliyor. Oradan onay bekle buradan imza bekle falan filan. Ha bu arada birde çoğu cihazlar ya belirlenen çalışma bittiği için veya çalışacak kişi olmadığı için bir köşede arada bir tozu alınarak duruyor.
Son dönemlerde bizde gelişmiş ülkeler arasında yer aldığımız için atık toplama işine önem verilmeye başlandı. Sürekli farklı kurumlardan farklı formatlarda ama aynı içeriğe sahip yazılar geliyor. Atık çeşitlerinizi ve miktarlarınızı belirleyin. Sene 2014 biz hala atık çeşidimizi ve miktarımızı belirlemeye çalışıyoruz . Bir ara hadi topluyoruz dedik altı ay geçti, bir yıl geçti almaya gelen olmadı. Herkesin elinde atık şişeleri, belirlenen bidonlara gözlerini kapatıp ya Allah bismillah diyerek iki adım uzaktan döküp kaçıyor. Evet kitaplarda yazan ve belirtilen kurallar çerçevesinde bizde bir gruplandırma yaptık ama bu grubun içeriği ne kadar sonsuz olabilir ki? Bu işi yapmanızı isteyenlerin bu işin sürdürülebilirliği ile ilgili bir planı yok ise ne kadar çabalasanız da, en doğruya ulaşmak için çalışsanız da başladığınız noktadan bir adım ileriye gidemezsiniz. Gidemedik.
Evet kağıt üzerinde gelişmiş bir ülkeyiz. Her türlü kuralımız, kanunumuz, prosedürümüz var. Ama bunların hepsi kağıt üzerinde kaldığı sürece mükemmel. İş uygulamaya geldiğinde arkana bakmadan kaç.
Bundan 12 yıl önce adamlar yatırımını işin sürdürülebilirliği üzerine yapmışlar. Kimse fotokopi çekip 100 sayfa yerine 50 sayfa yazmamış. Kimse kimyasal dolabından kimyasal alıp deftere yazmadan odadan çıkmayı aklına bile getirmemiş. İnsanların yazılı veya sözlü beyanı geçerliliği olan tek doğru olmuş. Bu arada Amerika’da çalıştığım laboratuvarın demirbaş listesi hala aynı :)
Çok sevdiğim bir hocamın lafıdır “Biz bale pabucu ile fındık kırmaya çalışıyoruz”.
Sevgiyle...