Prof. Dr. Sevil ATASOY
Gri mendilli adamlar
Tiyatro yönetmeni soğuk birasını yudumlarken dostlarla muhabbeti severdi. 3 Mart 1993 akşamı yolu yine o bara düştü. Cekedinin sol üst cebinde her zaman bir mendil olmazdı. O gece vardı, rengi griydi ve bu önemli ayrıntı, dersine iyi çalışmış bir adamın gözünden kaçmadı.
01 Mart 2013, Cuma
Prof. Dr. Sevil ATASOY
Seçilebilecek öylesine çok meslek vardı ki, bir türlü karar veremezdik. Kimimiz doktor, kimimiz pilot olma hayalindeydik. Doğrusu kusursuz cinayet işleyecek bir seri katil olmak isteyenimiz hiç yoktu. Ya da vardı da, akıllılık edip dillendirmemişti. Gerçi, yıllar sonra yazdığım kitaplar arasında adı “Kusursuz Cinayet Yoktur” olanı diğerlerinden daha çok sattı. Bu başlıkla yaptığım sunumlar, her zaman diğerlerinden daha fazla dinleyici topladı. İşte bu yüzden Colin Ireland’i hiç yadırgamıyorum. O, kusursuz cinayet işlemeyi aklına koymuştu. Bir yandan da çok ünlü olmayı hedefliyordu. Pek bir arada becerilemeyecek istekler. Kusursuz cinayet, gizli kalabilmek demektir. Ünlü olmaksa, herkesçe tanınmak.
Bir seri katil olma yolunda kendini yetiştirme gayretleri, onu FBI profilcilerinin kaleme aldığı makaleler ve hizmet içi eğitimlerde kullanılacak yönergelerle buluşturdu. Derdi gücü, cinayetin kusursuz olabilmesi için neleri yapmaması gerektiğini öğrenmekti. Önce bir çanta hazırladı kendine. İçinde kelepçeler, eldivenler, plastik poşetler ve temiz giysiler olan ve 1993 yılının mart ayında, elinde çantasıyla, ilk kez Londra’nın Batı’sındaki Old Brompton yolu 261 adresindeki Coleherne barının kapısından içeriye girdi.
Yüz yılı aşkın bir süredir hep aynı adreste faaliyet gösteren Coleherne, başlangıçta bohem çevrelerin rağbet ettiği bir bardı. Yıllar içinde müşteriler nitelik değiştirdi, cinsel tercihlerini ceketlerinin üst cebine iliştiriverdikleri mendillerin rengi ile anlatan eşcinsellere dönüştü. Freddie Mercury’den, Anthony Perkins’e, oradan Rudolf Nureyev’e varıncaya dek kimler kimler geçmedi ki Coleherne’nin kapısından. Elbette Colin Ireland, onlar kadar ünlülerin peşinde değildi.
Neden özellikle bu barı seçtiğini sorarsanız cevabı basit. 10-15 yıl öncesinin seri katili Michael Lupo da kurbanlarını burada bulmuştu da ondan. Colin için saçın başın, poyun posun önemi yoktu. O, sadece tek bir şey arıyordu. Sadomazoşist oyunlarda edilgen rolü üstlenecek birini. Kısacası, eli, ayağı bağlanınca ses çıkarmayacak, hatta bundan hoşlanacak birini. Böylelikle Colin, fantezilerini süsleyen cinsel eylemleri gerçekleştirdikten sonra, canını kolayca alabilecekti. Bağa izin verip vermeyeceğini anlamak için yakasındaki mendilin rengine dikkat etmek gerekirdi. Gri olması gerekiyordu. Mendil rengi ile işaretleşerek cinsel tercih belirtmek o gün ne ise, bu gün de o’dur.
Tiyatro yönetmeni Peter Walker, Coleherne barında soğuk birasını yudumlarken dostlarla muhabbeti severdi. 3 Mart 1993 akşamı yolu yine o bara düştü. Cekedinin sol üst cebinde her zaman bir mendil bulunmazdı. O gece vardı, rengi griydi ve bu önemli ayrıntı, dersine iyi çalışmış Colin’in gözünden kaçmadı.
O gece, yönetmenin Londra’nın güneyindeki evine birlikte gittiler. Colin, orta yaşlı adamı yatağa bağladı. İşkence etti, başına bir plastik çöp poşeti geçirip boğdu. Cesetle bir hayli vakit geçirdi. Ona açık saçık bir poz verdirdi, ağzına, burnuna prezervatifler tıkadı, edep yerlerinin üzerine iki oyuncak ayı yerleştirdi, evine döndü ve televizyonun karşısına geçip beklemeye başladı.
Sabah haberlerinde hiçbir şey yoktu. Öğle haberleri geçti. Akşam haberleri bitti. Hala kayıp yönetmene dair tek bir satır eden olmamıştı. Ona 48 yıl kadar uzun gelen 48 saat sonra sokağa çıktı. Ne kadar günlük gazete varsa aldı. Adamın ölümüne dair tek bir haber yoktu. Dayanamadı, The Sun adlı tabloid gazeteyi aradı. Adını vermeyerek olanları aktardı. “Bu yılbaşı gecesi bir dilek tuttum, bir seri katil olmaya söz verdim.” dedi. “İki gün önce öldürdüğüm adamın bir köpeği vardı. Suyu, yemi kalmamıştır. Sağlığından endişeliyim.” Ne yazık ki telefonu açan, Colin’in anlattıklarına gülüp geçti.
Haziran ortalarında Colin, beşinci eşcinsel kurbanının da canını almış ve daha öncekilerde olduğu gibi yine polisi arayarak haber vermişti. “Verdiğim sözü tuttum” dedi. “FBI’ın tanımlamasına göre seri katil dört kişiyi öldürene denirmiş. Benimkilerin sayısı beş oldu, üstelik hepsi kusursuz birer cinayet.“
Colin Ireland, her cinayetinden sonra polisi arayıp haber verdiği, ölülerin bulunduğu adresleri bildirdiği halde onu durdurmaları mümkün olmadı. Çünkü İngiliz polisi, bu telefonlara rağmen, üstelik cinayetlerin hedefi ve işleniş biçimi neredeyse birbirinin aynı olduğu halde, hepsinin aynı elden çıktığını ve etrafta olay yeri inceleme ve soruşturma tekniklerini iyi bilen bir seri katilin dolaştığını bir türlü anlayamamıştı.
Sonunda Colin kendisini ele vermek üzere, bilerek iki hata yaptı. İlki, gri mendilli son eşcinsel kurbanı ile birlikte Coleherne barı yakınlarındaki tren istasyonuna yürüdü ve bir kameranın önünden geçti, ikincisi son cinayetini işlediği evde karşılaştırmaya elverişli bir parmak izi bıraktı. Polis, kamera görüntülerinden oluşturduğu robot resmi istasyon çevresinde, bu arada Coleherne barında dağıttığında “Fotoğraftaki benim” diyerek öne çıktı.
Kısa süreli iki evlilik yapmış olan Colin Ireland, beş kez ömür boyu hapse mahkum oldu. Hücre arkadaşı çocuk katilini de boğduğu söylendi. 22 Şubat 2012’de Wakefield Cezaevi hastanesinde doğal nedenlerden öldü ve cezaevinde can veren her mahkum gibi otopsi yapıldı.
Colin Ireland bir yılbaşı gecesi “seri katil olacağım, kusursuz cinayet işleyeceğim” diye dilek tutan tek seri katil olarak kriminoloji tarihine geçmenin yanı sıra, bilinen gerçeklere aykırı olarak, hayvanları insanlardan çok sevmekle de diğerlerinden farklılaştı.
|