Prof. Dr. Sevil ATASOY
Uyusturucu Kullanımı Neden Artıyor?
Bir ülkenin huzur ve güven içinde gelişip, zenginleşmesinin, sürdürülebilir kalkınmasının tek güvencesi, insana önem veren, karşılıklı anlayış, sevgi ve saygı gösteren, dürtülerini kontrol edebilen, yasalara uyan, çalışkan, bireysel ve sosyal sorumluluk üstlenmiş, ahlaki ilkelere sahip vatandaşlardır.
01 Kasım 2014, Cumartesi
Okuyacaklarınızı hafta içinde Erzurum’da Atatürk Üniversitesi, Üsküdar Üniversitesi, Erzurum Büyükşehir Belediyesi ve Erzurum Valiliği tarafından düzenlenen “ Uluslararası İnsani Değerlerin Yeniden İnşası Sempozyumu” için hazırlamıştım. Ani ses kısıklığı ve migren krizi nedeniyle programda yer alan “Değişen Küresel Değerler” başlıklı konuşmamı yapamadan, aynı gün, daha doğrusu İstanbul’daki hortum nedeniyle bir hayli geç kalkan THY seferi nedeniyle, aynı gecenin bir yarısında geri döndüm. İçime doğmuşçasına hayatımda ilk kez bir konuşma metnini baştan sona kaleme almıştım. Konuyu önemli gördüğümden paylaşmak istiyorum. Okuduklarınızın “komplo teorisi” olduğunu düşünebilirsiniz. Bir rastlantı eseri dün, ünlü wikileaks belgeleri arasında bir kaç telgraf metni ile karşılaştım ve ne kadar haklı olduğumu gördüm. Onları da bir sonraki yazımda aktaracağım. İşte konuşma metnim:
“Bir ülkenin huzur ve güven içinde gelişip, zenginleşmesinin, sürdürülebilir kalkınmasının tek güvencesi, insana önem veren, karşılıklı anlayış, sevgi ve saygı gösteren, dürtülerini kontrol edebilen, yasalara uyan, çalışkan, bireysel ve sosyal sorumluluk üstlenmiş, ahlaki ilkelere sahip vatandaşlardır. Bu kişilerin layık olduğu yönetim biçimi kuşkusuz kişisel özgürlüklere, ifade serbestliğine, insan haklarına olabildiğince değer veren, tüm vatandaşların, devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimi, yani demokrasidir.
Ancak ne yazık ki bu yolda yürürken yaratılan hoşgörü iklimi, bir yandan sınıfsal, etnik ve cinsiyet ayırımcılığını ortadan kaldırırken, diğer yandan seks işçiliği ve madde bağımlılığını da kişisel tercih olarak görüyor ve kabul edilir buluyor. Halbuki uyuşturucu madde bağımlılığı insani değerleri kaybettiren etkenlerin başında gelir ve toplumda şiddet, istismar, hırsızlık, gasp ve adam öldürme başta gelmek üzere kara para aklamadan, fuhuşa, rüşvet ve irtikâba varıncaya dek her türlü suçun artmasına yol açar, ülkenin istikrar ve güvenliğini tehdit eder.
Nitekim bundan 105 yıl önce, Şangay’da uyuşturucuya top yekün savaş açmaya karar verilmesi ve bu karara kısa zamanda 190 ülkenin katılması da afyon bağımlılığının Çin’i yok etme noktasına getirişidir.
Değişik sözleşmeler sayesinde dünya ülkelerinin başarılı biçimde bir asır kadar yürüttüğü uyuşturucu ile savaş, son on yıldır kaybedileceğine dair tehlike sinyalleri veriyor.
Latin Amerika ülkelerinde koka bitkisinin, Kuzey Amerika ve Avrupa’da esrar bitkisinin ekim ve tüketimindeki yasağı uluslararası sözleşmelere imza koydukları halde kaldırmak isteyenler, büyük ölçüde bunu başardılar. Uruguay esrarın serbestçe alınıp satılabileceğini ve kullanılabileceğini kabul eden ilk ülke oldu. Önemli gazetelerde yayınlanan ve uyuşturucu madde üretim ve kullanım yasağını eleştiren açık mektupların altında ünlü müzisyenlerden, Jimmy Carter ve Lech Walesa gibi eski devlet başkanlarına, çok sayıda Nobel ödüllü bilim insanı, din adamı ve yazara kadar imza atan bulunuyor.
Uyuşturucu, özellikle esrar kullanımı, birçok ülkede cezalandırılmıyor. Bağımlı sayısı giderek artıyor. Myanmar ve Afganistan’da binlerce polis ve askerin ölümüne yol açacak şekilde yürütülen mücadele sayesinde yasadışı ekim ciddi biçimde kontrol altına alınmışken, kaçak afyon üretimi ve eroin imalatı yeniden yükselmeye başladı. Uyuşturucu geliri ile dünyanın değişik yerlerindeki terör örgütleri finanse ediliyor.
Bu sonuca gelişin nedenlerinden birini, benim bizzat tanık olduğum gelişmeleri az sonra açıklayacağım. Ancak daha önce Michigan Üniversitesi’nden siyaset bilimci Ronald F. Inglehart’ın 1981 yılında başlattığı bir araştırmadan söz etmek istiyorum.
1981 yılından bu yana Inglehart koordinatörlüğünde yüzlerce sosyal bilimcinin katkısıyla 6 kıtada, Türkiye dahil 100 kadar ülkede yürütülen ve dünya popülasyonunun % 90’nını kapsayan Dünya Değerler Araştırması, temel toplumsal değerlerin karşılaştırılmalı olarak saptanması ve analizini amaçlar.
Inglehart ekonomik gelişmenin az ya da çok kültürel değişikliklere yol açtığını, bunun da temel değerleri değiştirmek suretiyle, toplulukları aynı hızda olmasa da kişisel otonomi ve ifade özgürlüğü, kadın erkek eşitliği ve demokrasiye yönelttiği sonucuna varıyor. Benzeri bir uygulama aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 47 ülkede yine 1981’den bu yana Avrupa Değerler Araştırması adı altında uygulanıyor.
Her iki araştırmanın Türkiye ile ilgili ilginç sonuçlarını aktararak vaktinizi almak istemiyorum. Genel olarak % 73’ümüzün hayatından memnun olduğunu, başlıca kaygının hayat pahalılığı ve çocuklarına iyi eğitim sağlayamama olduğunu belirtelim. Ancak Avrupa Değerler Araştırmasında mesleğim nedeniyle dikkatimi çeken bir hususu paylaşmakta yarar görüyorum. Ülkemizde komşu olarak istenmeyen grupların başında önceki yıllarda olduğu gibi yüzde 87 ile eşcinseller, ardından yüzde 84 ile içki içenler, yüzde 76 ile AİDS hastaları geliyor.
İstenmeyen komşu listemizde madde bağımlıların adı bile geçmiyor. Buna karşılık Avrupalılar, komşu olmak istemediklerinin listesinin ilk sırasına uyuşturucu bağımlılarını yerleştiriyor. Şu sıralar Avrupa, tarihindeki en yüksek bağımlı sayısına sahip. Örneğin 15-24 yaş arası gençlerin % 15’i esrar kullanıyor. Kokain kullanımı dünya ortalamasının üç katı. Yaklaşık 800 bin kişi tedavi görüyor. Rekor düzeyde uyuşturucu yakalamalarına rağmen, ekstazi benzeri yeni sentetik maddelerin kullanımı, eroin, esrar ve kokain kaçakçılığının, binlerce kişinin doz aşımına bağlı ölümlerinin önü alınamıyor.
Avrupalı bir yandan madde bağımlısı komşu istemezken, diğer yandan son on yıldır Portekiz’den başlamak üzere madde kullanımını, bağımlının madde taşıması ve satın almasını cezalandırmamak için bir biri ardı sıra yasa değişiklikleri yapıyor.
Daha önce de belirttiğim gibi, benzer durum Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada, Avustralya ve tüm Latin Amerika ülkeleri için de geçerli.
Dünya, uyuşturucuyu legalize ederek cezaevlerini boşalttı ama uyuşturucuya bağlı suçların önünü açarak onları yeniden dolduruyor. Üstelik hırsızlık, gasp, adam öldürme suçu işleyen bağımlıları tıpkı bir canlı bomba gibi hapsederek bu kez cezaevi içerisinde başkalarının bağımlı olmasına, damar içi yolla madde kullananların birbirine HIV, AIDS, sarılık bulaştırmasına, madde karşılığı seks işçiliğinin artmasına yol açtı. Kısacası, her türlü insani değeri yok eden uyuşturucu ile 100 yıldan bu yana on binlerce polis ve jandarmanın canı pahasına yürüttüğü savaşın kaybedilmesi bir yana, madde bağımlılarına ve özellikle esrar ve kokain üreticilerine karşı tolerans 1961, 71 ve 1988’de tüm BM ülkelerinin imzaladığı sözleşmelerin tek tek çiğnenmesi anlamına geliyor.
Peki bu noktaya nasıl gelindi? Anılan sözleşmelerin bekçisi BM Uluslararası Uyuşturucu Kontrol Kuruludur. Kısaca INCB olarak anılan kurulun 13 üyesi, Ekonomik ve Sosyal Konsey tarafından ülkelerin dışişleri bakanlıkları tarafından gösterilen adaylar arasından 5 yıllığına seçilir. Ben de bu kurulda 2005 – 2010 yılları arasında görev yaptım ve başkanlığını üstlendim. Ambargo yetkisi dahi olan kurulun önce üye profili değiştirildi. Buna uyuşturucu kullanımının serbest bırakılmasını isteyen lobilerin büyük baskısı yol açtı. Hükümetler, 2000’lerin ortalarından itibaren denetim yanlısı olanlar yerine legalizasyon yanlısı vatandaşlarını aday göstermeye başladı. Uzun yıllar kurul başkanlığında bulunan ve kontrolü gevşeten ülkelerin hükümetleri üzerinde Demoklesin Kılıcı gibi tehdit unsuru oluşturan Rusya Federasyonu’ndan psikiyatr Prof. Eduard Babayan’ın ölümüyle boşalan başkanlığı bir başka psikiyatri uzmanı İranlı Prof. Hamid Ghodse, Nijeryalı eczacı Dr. Philip Emafo ve ben doldurmaya çalıştık. Ghodse’nin ölümü, Emafo’yu ve beni ülkelerimizin bir kez daha aday göstermemesi üzerine, kurulun bilimsel açıdan en zayıf halkalarından Alman dili ve edebiyatı mezunu Belçikalı Raymond Yans başkan seçildi. “Esrar, tütünden daha fazla kansere yol açar” şeklindeki hiç bir araştırma ile kanıtlanmamış söylemleri yüzünden INCB’nin itibarı zedelenmeye başladı. Bir ay kadar önce kurulun başkanlığına bu kez Güney Afrikalı bir aile hekimi Dr. Lochan Naidoo seçildi. Dr. Naidoo’nun ilgi odağı terminal safhadaki hastaların acı çekmemesi için morfine ulaşmasını sağlamak. Yani ne yasadışı kontrollü maddelerin arzı ne de bağımlılığın önlenmesi. Dolayısıyla Kurul, tarihi denetim misyonunu tümüyle kaybetti.
Sözlerimi bitirirken ülkemizdeki uyuşturucu madde kullanımın giderek arttığına, kullanım yaşının giderek düştüğüne dikkatinizi çekmek isterim. Kullanıcıların tedaviye yönlendirildiklerini, denetimli serbestliğin uygulandığını biliyorsunuzdur, ama uygulama usulünü belki bilmiyorsunuz. Denetimli serbestlik kapsamında uzman psikologlarla görüşen bağımlılar, çeşitli tarihlerde üç kez idrar vermek için merkeze çağırılıyor. Gazetelerden okuduğumuza göre, Yönetmeliğe göre 15 günde bir çağırılmaları gerekirken, analizleri yapan laboratuvarların azlığı nedeniyle 3 ila 4 ay arayla çağırılan bağımlılar var. Alınan idrar sonuçları tekrar savcılığa gönderiliyor. Üst üste üç kez temiz idrar veremeyen bağımlıya 5 ila 10 bin TL arası para cezası kesiliyor. Bağımlı, denetimli serbestlik kapsamındayken ikinci kez aynı suçtan yakalanırsa bu suç için ayrı bir dosya açılıyor ve her dosya için ayrıca temiz idrar vermesi isteniyor. Bu şekilde 10’a yakın dosyası olan bağımlı bile var.
Öte yandan gençlerin rol modeli olan zengin bir ünlünün “Ben sadece uyuşturucu kullanıyorum, kaçakçılığını yapmıyorum” şeklindeki açıklaması, görünürde hiç bir ceza almaması ve reklam, film, dizi ve kliplerde boy göstermeye devam etmesi, kaset çıkartması, TV programlarına konuk olması dolayısıyla daha da zenginleşmesi kadar, gençleri madde kullanımına özendiren başka bir şey olamaz. Magazin sayfalarında bu ünlünün lokantaya girerken, teknede güneşlenirken, çocuğunu gezdirirken ya da alış veriş yaparken fotoğraflarını görürsünüz de, idrar vermek üzere Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Alkol ve Madde Bağımlıları Tedavi ve Eğitim Merkezi AMATEM’lerden birinin kapısından girerken tek bir fotoğrafını dahi gören oldu mu bilmem. Üstelik tam bir yıl öncesinde bir gazeteci, burada hizmet veren Denetimli Serbestlik Bürosu’nda Özel Güvenlik görevlilerinin de içinde olduğu bir sahtecilik şebekesinin bulunduğunu saptamış, denetimde temiz idrar veren dublörlerin kullanıldığını ortaya çıkartmıştı. Dublörler, denetimli serbestlik kapsamında düzenli aralıklarla idrar veren uyuşturucu bağımlılarının yerine AMATEM’e idrar veriyor. Bağımlının tedavi sürecini karartan bu sahteciliğe kurumda çalışan görevliler de rüşvet karşılığı yardımcı oluyor. Biz de, giderek ciddi bir halk sağlığı sorunu haline gelen ve geleceğimizi karartacak olan uyuşturucu madde kullanımı ile mücadele edildiğini sanıyoruz.
Bu konuşmayı yapmamın nedeni, insani değerlerdeki kötüye gidişi gören, “küresel insani değerler neden kaybediliyor?” soruna yanıt arayanların, fotoğrafın bütününü görmelerini sağlamak için. Amerikalı matematikçi ve meteorolog Edward Norton Lorenz’in 1969’daki bir saptamasını unutmamaları için. Kaos teorisi ya da kelebek etkisi bir sistemin başlangıç verilerindeki küçük değişikliklerin büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesine verilen addır. “Amazon Ormanları’nda bir kelebeğin kanat çırpması, ABD’de fırtına kopmasına neden olabilir.” şeklinde verdiği örneğin çok çeşitli versiyonlarını mutlaka bilirsiniz. Viyana’da toplanan ve sıradan vatandaşın adını bile duymayacağı 13 kişilik bir müfettiş grubunda yapılacak basit bir değişikliğin dünyanın dört bir yanındaki uyuşturucu politikalarını nasıl değiştirdiğini anlatmak ve değerlerin kaybedilmesi araştırılırken, böylesine geniş düşünülmesi gerektiğini aktarmaya çalıştım. Sabrınız için teşekkür ederim.”
Prof. Dr. Sevil ATASOY